Evlilik, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Bu ayeti düzgün okumak, doğru anlamak, güzel yaşamak durumundayız… Evlilik bir ülkeye, bir ırka, bir dine, bir medeniyete, bir kültüre, bir çağa ait özel bir kurum değildir… Hatta sadece bu dünyaya has bir uygulama da değildir. Kökleri cennete kadar uzanan, Adem ve Havva’ya dayanan bir gerçekliktir… Ancak bilmek gerekir ki; hayatın en zor işi, en çetin virajı, en ciddi tercihidir…
Evlilik, sığınacağımız sakin bir liman mı, derin bir zindan mı bu süreç içinde kendini gösterir…
Evlilikte sükûtu hayale de uğrayabilir, huzur ve sükûna da erebilirsiniz… Ama çoğunlukla hayallerle hayatın örtüşmediğini görürsünüz… Bildiğim bir şey var; hayat toz-pembe bir şey değil, geleceğin güllük-gülistanlık olacağı da garanti değil… O halde gerçekçi olmak gerekiyor, evlilikten aşırı beklentiye girmemek en doğru olandır…
Kadın, “beyaz atlı prens” rüyâsından uyanmalı, erkek “melek” beklentisinden vazgeçmelidir… Bu konuda fazla beklenti içinde olanları bekleyen akibet; pişmanlık ve perişanlıktır… Masum olmadığımıza göre, melek olamayacağımıza göre, mükemmeliyetçi mahrumlardan olmamak için gerçeğimize dönmemiz lazım…
Ama önce evlilik bizim için nedir?
Bir alışkanlık mı? Arzu mu? Adet mi? Amaç mı? Araç mı? Amel mi? Yoksa bir macera mı? Manevra mı? Murad almak mı?
Evet, evlilik yük müdür, yücelik midir?
Ayak bağı mıdır? Bağımsızlık yolunda atılmış bir adım mıdır?
Bir üstünlük sağlama kavgası mıdır? Diz çöktürme, burnunu sürtme, gününü gösterme operasyonu mudur? Ya da gününü gün etme sevdası mıdır?
Seviyeli, nitelikli bir beraberlik midir? Yoksa acımasız bir barbarlık mıdır? Çileli, hileli, şikeli, şaibeli bir oyun mudur? Anlamlı, tutarlı, kararlı bir disiplin midir?
Birbirine çektirme, kin ve öfke arenası mıdır? Yoksa ulvi bir sefere, anlamlı bir arayışa adanma eylemi midir?
Evet, gerçekten evlenmekle ne yaptık? Zoru mu başardık? Belaya mı çattık? Battık mı? Bahtiyarlığı mı tattık?
İnsanlar neden bu kadar şikâyetçi? Niçin şükretmiyoruz?
“Ah”, “eyvah”, bol evlilikler çoğaldı… “Hamd” ve “sabra” sarılı evlilikler azaldı…
Görünen o ki, evlilikler yoruyor, eşler birbirini yıpratıyor, sonuç hazin bir tükeniş…
Kim ne derse desin gerçekten evlilik zor bir zanaat… Ciddi bir zahmet… Ağır bir külfet…
Gün geliyor, insanlar ya kendilerini veyahut da evliliklerini bitiriyorlar…
Aileler fay hattında... Depremlerin, depresyonların dipten gelen etkisi endişe verici… Artçı şokların ardı-arkası kesilmiyor…
Eşler arası paylaşım yok, çetin pazarlıklar bir türlü bitmiyor…
Birçok evli, evin içinde evsizliği ve yalnızlığı yaşıyor… Ya da kendisi evde, gözü dışarıda… Evliliğin cazibesi, evin çekim gücü gün geçtikçe zayıflıyor… Artık gençler, evlilikten ürküyor, çekiniyor… Evlilik düşünülmüyor, birlikte yaşamanın yolları aranıyor… İşlevsiz izdivaçlar, iğreti ilişkiler ile insanlar oyalanıyor…
Olan-biten nedir? Evlilik midir, evcilik oyunu mudur? Bilemiyorum…
Unutmayalım ki; evlilik bir kumar değil, kendini ve hayatı yeniden kurma eylemidir…
Evlilik, açık bir sözleşmedir… Ve bilelim ki; sadece insan olan evlenir, diğerleri çiftleşir…
İnancımız o ki; evlilikte, evlatta, emvalda, emtiada hepsi birer imtihan konusu, hepsi bize emanet…
Eminliğimizle, adil emirliğimizle, erdemimizle, edebimizle, samimi emeklerimizle biz bu sınavı sürdürebilir ve bu emaneti yüz akı ile taşıyabiliriz…
Çünkü iman ettiğimiz Kur’an diyor ki, mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir… Velayet kanatlarını gerdiğimiz zaman ailenin nasıl bir sığınak, korunak, barınak olduğu anlaşılacaktır… O sıra vahyin şekillendirdiği Rahmani bir okul, rabbani bir disiplin devreye girmiş olacaktır…
Birbirine adanmış ömürler… En büyük nimet ve muhteşem bir devlettir.
Evlilik, eş olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor… Bunu farketmek durumundayız…
“Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (2/187)
Günahlardan koruyucu giysi… İsyana, üryana, hüsrana karşı örtü…
Rasulullah (sav) buyurmuyor mu? “İçinizden evlenmek isteyen evlensin. Zira evlenmek gözleri haramdan daha çok korur ve zinadan daha çok muhafaza eder.”
Kuşkusuz evliliğin ulviyetini, kudsiyetini kimse inkâr edemez… Ama nitelikli bir evlilik yürek ister, emek ister, edep ister…
Evlilik, karşılıklı kabullenmektir, katlanmaktır, birbirini korumaktır, taşımaktır hem de kahretmeden, alanı terk etmeden….
Evlilik, kendini sınırlamak, sınamak ve sorumluluk almaktır…
Evlilik, birbirini paylamak değil, hayatı paylaşmaktır… Birbirini değişime zorlamak değil, anlamak, tamamlamak ve alışmaktır… Pazarlığı bırakalım herkes kendi payına düşen sorumluluğunu kuşansın…
Evliliği ne her şeymiş gibi ne de hiçbir şeymiş gibi göremeyiz…
Peki, biz evliliğe ne yükledik, ne bekliyoruz?
Öncelikle evliliğe “evet” demekle neyi yüklendiğimizin bilincinde miyiz?
Önce alem-i berzahta verdiğimiz ahdü misakta Rabbimize “Kalu bela=evet” demiştik… Bu bizi ilahi teklife muhatap kılmış, kul olmuştuk…
Şimdi nikâhta “evet” demekle eş olduk yeni bir sorumluluk aldık.
Hayatımızın anlam ve akışını belirleyen bu “evet”lerdir… Aslında bu “evet”ler zorlu ve zorunlu birer tercihtir… Neler içerdiğine bakmak mecburiyetindeyiz…
Bunu idrak ve inşa ettiğimiz zaman sadece eşimizle beraberliği gerçekleştirmiş olmayacağız, Allah ile beraber olmaya da hak kazanmış olacağız…
Üçüncüleri Allah olan ikiliyi siz ne sanıyorsunuz? Ne tasa, ne de telaş!.. Allah’a rağmen bir evlilikten hayır umabilir misiniz?
O halde Allah’ın ipine sımsıkı tutunalım ki; evlilik bağı kopmasın…
Sabır ve namazla yardım isteyelim ki, yuvamıza fesat girmesin…
Gerçekten evlilik hayatımız nasıl gidiyor?
Cevabımız; “Elhamdülillah” mı, yoksa “Eyvah” mı?
Yarınlarda “eyvah” dememek için yönelişimiz “yasak ağaçlar”a değil, “tuba”lara olmalıdır… Yoksa sonrası “hubut” olur…
Evet, yüreklerde yeşeren zakkumları sökmeli, tuba tohumları ekmeliyiz… Üstümüze kıyametler kopsa da fidanlar dikmeye davam etmeliyiz…
Şimdi “nebaten hasena=Güzel bir bitki” zamanı… Toprak müsait…
“Kadınlarınız ekeneğinizdir…” (2/223) Peki ne ektiniz?
Fırtına ekerseniz, kasırga biçersiniz… Ekine ve nesle yönelik tehdidin farkında olan bizlere düşen görev öncelikle aileyi kurtarmaktır… Ümmetin ayakta olan son hisarı aile…
“Evlerinizi kıblegâh (karargâh) edininiz.” (Yunus 87)
İslam’ın son diriliş ve direniş kalesi; aile…
Zugefügt (26.02.2011, 12:17:20)
---------------------------------------------
Bize besmeleli evlilikler, kıbleli evler, amentülü hayatlar lazım… Ne evsizleşelim, ne de evcilleşelim, sadece evli kalalım…
Kendimize dönelim… Birbirimize dönelim… Evimize dönelim…
Bunun için evlilik terapisine gerek yok… Tedavi için ithal reçetelere de ihtiyaç yok… Sanıyorum evlilikte şu beş kelime ile işi çözeriz…
Sabır…
Sorumluluk…
Sadakat…
Samimiyet…
Sevgi…
İşte size iki dünya saadetine kapı aralayacak 5S şifresi… Artık bunu yaşayarak mı, yoksa bu beş kelimeyi bir kâğıda yazıp muska gibi üzerimizde taşıyarak mı şifa ararız…
Buyurun siz karar verin!
Öyle inanıyorum ki, evliliğin sırrı bu S’lerde… Hatta evliliği cennette sürdürmenin yolu da bu kelimelerde saklı…
Aslında dünya yaşamındaki evliliklerimiz evliliğin provasıdır, evlerimiz ise maket evlerdir…
Gerçek evlilikler, kalıcı konutlar cennette bizi bekliyor…
Evlilikten amaç bunu cennete taşıyabilmektir…
Evlilikte marifet ve keramet, işte budur…
İnsan aklı ile insandır...
Akıl yoksa sorumluluk da yoktur...
Akıl fıtrattandır...
Akıl zaruri bir vasıtadır... Aklın vasatı ise vahiydir... Vahiy dışı aklın varacağı son nokta; vahşettir...
Akıl, Allah’ın insana hem nimeti, hem de emanetidir...
Evet, Allah’tan insana en güzel ödül; akıldır...
Peki, akıl nedir?
Bilmek, anlamak, şuurlu olmak anlamına gelen akıl, insanı zararlı fiillerden koruyan bir melekedir... Akıl kalpte bulunan bir nur olarak da tesmiye edilmiştir...
Zugefügt (26.02.2011, 12:17:58)
---------------------------------------------
Teklif akılla başlar...
Akıl seçici, tanıyıcı ve taşıyıcıdır... Akıl ayıraçtır... Hakla-Batılı... Güzelle-Çirkini... Doğruyla-Eğriyi... Akıl ile tefrik ederiz...
Dünya ferahı için akıl...
Ahiret felahı için akıl...
Dinin kendisi için akıl...
Akıl ve iman birbirinin lâzımesidir... Akıl imandan, iman akıldan ayrılamaz ve düşünülemez...
İman, akıl ve ilim birbirini bütünleyendir... Bu üçlünün buluşması kulluk merkezli bir yaşamın gerçekleşmesi demektir... Gerçek hayatın şifresi budur...
İnsanoğlunun mükerrem, muhterem, muhteşem olması akıllı olması ile bağlantılıdır... Ancak bu aklın vahiyle barışık olması gerekir...
Evet, aklın muvazenesi vahye olan mutabakat ve muvafakati ile ilgilidir... Vahye muhalefet aklın hamakat ve helakine işarettir...
Aklın üç ihtiyacı:
1-İstikamet
2-İtidal
3-İhlâs
İhtiyacı giderilen akıl hikmet yolcusudur...
Aklın iki riski:
1- Putlaştırılması...
2- Köleleştirilmesi...
İfrat ve tefrit akıl emniyetine vurulmuş en büyük kelepçedir... Aklın işlevini donduran anlayış da, aklın dizginlerini salıveren akılcı akım da sonuçta akla ihanet etmektedir...
Aklı mutlaklaştıran anlayış aklı şımartıyor ve taşıyamayacağı yükler yüklüyor...
Aklı muattal bırakan anlayış da aklı köreltiyor ve şartlandırıyor... Bu da aklın iptali ya da tatile girmesi anlamına geliyor... Zihni körelten mitoloji, ideoloji, tabu, totem, dogma, töre, teori, gelenek, asabiyet ve aşırılıklar sınır tanımıyor...
İnsanlar aklı kullanma beceri ve yetisini yitirmektedir... Aklı yerli yerinde kullanmaları gerekirken; ya akla aşırı yükleniyorlar ya da aklın önünü kesiyorlar... Her iki durum da akla ihanet ve fıtrata muhalefettir...
Aklın yolu ne cerbeze, ne de hamakattır...
Ne rasyonalizm, ne de akla tahakküm etmektir...
Bize hikmetin biniti olan bir akıl lazım...
Vahye odaklanmış, Allah’a adanmış, İslam’a formatlanmış bir akıl...
Bunun için ise önce aklı vahiyle resetlemek ve rahatlatmak gerekiyor... İşte o zaman; haddini, hesabını, kendini ve Rabbini bilen bir akılla tanışırız...
Bu akıl hesabi değil hasbidir... Hilekâr değil harbidir...
Bu gün aklı kutsayanların aklı nasıl katlettiklerine de tanıklık etmekteyiz...
Aklı giderici, dondurucu, durdurucu, örtücü yani aklı işlevsizleştiren, düşünemez, karar veremez, sorgulayamaz, muhakeme edemez hale getiren tüm oyun, sanat, spor, kültür, töre, gelenek, etkinlik, yasa, müzik, malumat, teferruat, haber, yorum, polemik, görüntü, ses, renk, ışık kimin hüneri? Veya kimlerin tuzağı?
Düzene uygun kafa imalatı için seri operasyonlar devam etmektedir...
Akıl emniyetine vurulan en büyük darbe; genç dimağlar üzerindeki ideolojik tahakkümdür... İnsanları tektipleştirme girişimleri toplum mühendisleri tarafından kesintisiz ve sistematik bir şekilde icra edilmektedir...
Sihirli kutunun sihri ile büyülenen beyinler, sanal âlemde daha bir savruldular...
Resmi ideoloji akla hükmetme, formel eğitim insanların geleceğini bloke etme uygulamalarından ödün vermiyor... Yasalara yaslanarak yasaklarla tefekküre açılan tüm yolları tıkıyor...
Beyin yıkamalar, kafa karıştırmalar, çağdaş büyüler, modern sihirler, bilimsel kehanetler aklı örtmeye, gerçekleri karartmaya yönelik atraksiyonlardır...
Şeytan da boş durmuyor, önü açıldıkça kapsam alanını genişletiyor, özellikle insan aklını perdeleme yoluna gidiyor...
Selim akıl, temiz fıtrat tehdit altında... Çünkü beyinsizlere gün doğdu...
Akıl emniyeti değil ama alkol tüketimi yasalar güvencesinde... Aklı dumura uğratan alkol satışı rekorlar kırabiliyor...
Bu durum da akıl; öfkeye, şehvete, arzulara, hevaya, hırsa, ihtiras, intikam ve isyana yenik ve yitik...
Çare aklın dizginlerini vahyin eline vermektir...
Rasyonel akıl, seküler akıl, liberal akıl bu sorunu çözmedi ve çözemeyecek...
Tek çözüm; müteal akıldır...
Bedevilikten medeniliğe... Süfliden ulviye... Esfelden eşrefe insanı taşıyacak olan bu akıldır...
İslam medeniyetinin arka-planında müteal değerlere yaslanan ve üretken olan ortak akıl vardır... Çünkü İslam, aklı güvence altına alıyor ve koruyor...
Aklı şaşkınlıktan, sapkınlıktan, karanlıktan koruyansa vahiydir...
Müslüman, nakli akılla kavrayandır... Yine Müslüman aklı nakille dengeleyendir... Yapmamız gereken vahyin kontrolünde akıllı olmaktır... Vahiyden ışığını alan bir akılla akletmektir...
Evet, Müslüman akıllıdır, akılcı değil... Aklı en doğru kullanan Müslümanlardır...
Akıl terazisinin tartabileceği yük bellidir, zorlamaya gelmez...
Bilinmezlerin zoru içinde bocalayan aklın elinden tutan peygamberler olmuştur...
Kur'an; “Ya ulu'l elbab/Ey akıl sahipleri" diye seslenir... Bu çağrıya kulak tıkayanları tekrar uyarır;
"Hala akıllanmayacak mısınız?"
Ve daha önemli bir gerçekle bizi yüzleştirir:
"İnsanların çoğu akıllarını kullanmazlar."
İslam'ın aklı, selim ve sağlam akıldır... Şirk ve şüpheye kendini kapatmıştır... Cahili atıklardan, şeytani etkilerden arındırılmış temiz bir akıldır...
İslam aklı der ki; "Hüküm koyucu Allah’tır."
Bu akıl ışığını vahiyden alır... Akıl-vahiy ilişkisi tıpkı göz-ışık ilişkisi gibidir... Akıl, gözdür… Vahiy ışıktır... Işık olmasa göz görebilir miydi? Allah vahiy ışığını gönderdi ki, akıl vahyin aydınlığında varlık âlemini görsün diye... Alaca karanlıkta tek başına göz ne yapabilir ki?
Akil insanlar için bu yadsınamaz bir gerçektir...
Vahye yaslanan akıl, hikmet, irfan ve ilhamın müşterisidir... İşte en büyük mazhariyet budur...
Mecnun, meczup ve mahcurlara bunu anlatmak ne mümkün!?
Nadanlara ne söylenirse söylensin onların işi ukalalıktır...
Allah Resulü (s.a.v) son noktayı koyuyor;
"Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışan kişidir.
Aciz kişi de nefsini kendi hevasına bırakıp da Allah'tan dilekte bulunan kişidir." (Tirmizi)
Demek ki Müslüman’ın aklı kuru bir akıl değildir... Ölüm ötesi yatırımları önceleyen, hesap günü endişesi ile hareket eden akıldır...
Bu akıl işin kurnazlığında fırsatçı, çıkarcı, hileci yollar arayışında değil, bu akıl kalple işbirliği halinde Allah'ın nuru ile nurlanmış münevver bir akıldır...
Aklı uçuk ve karışıklara bunu izah etmek oldukça zor...
Hâsılı kelam; aklı olmayanın dini yoktur, dini olmayan beyinsizlerden ise insanlık az çekmedi...
Aklınıza mukayyed olunuz...